Son zamanlarda Kızılcık Şerbeti ve Kızıl Goncalar isimli diziler üzerinden süregelen bir çatışma var Türkiye’de…
Muhafazakâr camia ve cemaatler “Diziler aracılığıyla İslam düşmanlığı yapıyor.” iddiasında…
Cemaat yapılarını bilen ve dindar bir insan olarak, gerçekten dizilerde İslam düşmanlığı mı yapılıyor diye merak ettim ve söz konusu dizelerin tüm bölümlerini izledim. Açıkçası, bir düşmanlık sezmedim. Bunun yerine, Ak Parti iktidarıyla büyüyen ve gün geçtikçe nüfuzunu artıran kesimin farklı yüzlerinin toplumdaki yeri üzerine eğilmiş yapımlar olarak görüyorum. Daha önce, Netflix’de yayınlanan ve önceki yazılarımda da bahsettiğim Haredi Yahudilerinin yaşam tarzını anlatan Shtisel ve Unorthodox dizilerini izlemiştim. İzledikten sonra onlara karşı ne aşağılayan bir yaklaşım benimsedim ne de sempati duydum. Sadece farklı yaşam tarzlarını öğrendiğim dizilerdi benim için. Açıkçası bu tarz dizi ve filmleri öğretici de buluyorum. Her dinin kendi içinde oluşturduğu gruplar var. Kimi radikal kimi değil… Dışarıdan baktığınızda özgür olmadığını düşündüğünüz bu insanlar, içeride kendilerini özgür hissediyorlar. Onlara “özgür değilsiniz” mesajı vermek veya bu anlamda değerlendirmek anlamsız. Seküler insanların dindarları özgürleştirmekten, dindar insanların da sekülerleri düzeltmeye çalışmaktan vazgeçmesi gerekiyor.
İşin enteresan tarafı şu; televizyon izlenmesi dahi yasak olan cemaatteki insanlar, özellikle cemaat ve tarikatları hedef aldığı iddia edilen Kızıl Goncalar’ı izleyerek karşı çıkmıyor. Onlar için, sol cenahın diziye sahip çıkması ve üzerine Cumhuriyet Halk Partililerin de olumlu söz söylemesi karşı çıkmak için yeterli bir gerekçe.
Özellikle Kızıl Goncalar dizisine itiraz eden cemaat mensuplarına ve camiaya samimiyetle sormak istiyorum; Yaşadığınız gerçekleri görmek neden sizi bu kadar rahatsız ediyor?
“Müslümanları aşağılıyor.” diyerek itiraz ettiğiniz sahneler aynada, yaşadığınız hayatın ta kendisi değil mi? Yani bu iddianızla kendinizi aşağılamış mı oluyorsunuz? Yaşamınızla mı barışık değilsiniz yoksa kendinizi dış gözle görmenin şokunu mu yaşıyorsunuz? Buradan yetkililere seslenmek istiyorum. Gerek sosyal gerek geçmiş siyasi hayatım boyunca cemaatlerin kapatılmasına karşı oldum. Bugünden sonra bunun aksini bana söyletmeyin lütfen. Kimse kusura bakmasın “Böyle bir hayatı yaşayabilirsiniz ama izleyemezsiniz” anlayışının izahı yok bende.
Kızların din adına okutulmasının yasak olduğu cemaat anlayışının varlığı değil de bunu kamuoyunun bilmesi rahatsız ediyorsa ciddi sorunumuz var demektir.
Dinin korunmaya ihtiyacı yok, onun bir koruyucusu var. Asıl mesele insanı ve insan onurunu koruyabilmek.
Ne ailelerin çocuklarına verdiği dini eğitime ne de cemaatlere karşıyım. Herkes istediği grup ile sosyalleşebilir, bu ister sosyal dayanışma şeklinde olsun isterse de fikri olarak. Karşı olduğum şey; AK Parti iktidarına sırt dayayarak holdingleşme sevdasıdır, kendi yaşam tarzını devlet aracılığıyla topluma dayatma arzusudur, denetimsiz açılan merdiven altı kurslardır, çocuklara neyi nasıl öğreteceğinin eğitimi almayan insanların eline çocukların teslim edilmesidir. Bakın, geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in “Sizin tarikat-cemaat dediğiniz, bizim STK dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz vardır. Protokol yapmaya devam edeceğiz…” açıklamasına yapılan haklı itirazlar buna örnektir. Yıllar önce gittiğim bir ilkokulda duvarlara asılan ve çocukların yaşları itibariyle anlamayacağı ağırlıktaki ayet ve hadislerin yazılı olduğu tabloları görünce şoke olmuştum. Cemaatlerin hükümeti değil, hükümetin cemaatleri yönlendirmesi gereklidir.